Nefsini bil huzura er
Kişisel gelişim uzmanı Gülden Üner, tasavvuf öğretisi ve maneviyat psikolojisinden beslenerek yaptığı seanslarıyla kişisel gelişimi farklı bir boyuta taşıyor. Üner’e göre, günlük hayatta karşılaştığımız sorunların büyük kısmı nefsin en alt boyutu olan nefs-i emmarede takılmasından kaynaklanıyor. Çözüm ise ‘Nefsini bilen Rabb’ini bilir’ sözünde gizli.
Gülden Üner, uzun yıllar büyük firmaların satış departmanlarında çalışan, yöneticilik pozisyonuna geldiğinde ise aldığı bir kararla hayatının akışını değiştiren bir isim. O zamana kadar ‘ne kadar kariyer o kadar mutluluk’ mantığına inandığını anlatan Üner, kariyerinin en üst noktasına kadar yükselmesinin mutluluktan ziyade mutsuzluk getirdiğini görünce hayatında bazı kararlar almış. İşi bırakmış mesela. Daha sonra iş hayatı sırasında özel ilgi alanı olarak belirlediği kişisel gelişim ve yaşam koçluğu konusunda derinleşerek bu alanda uzmanlaşmış. Fakat onu diğer kişisel gelişim uzmanlarından ya da yaşam koçlarından ayıran bir özelliği var; kişisel gelişim üzerine Batı’nın geliştirdiği yöntemlere tasavvufu da ekliyor olması. Üner, insan psikolojisinin bilimsel olarak açıklananların ötesinde maneviyatla yakından ilgili olabileceğine karar vererek, maneviyat psikolojisinin kendi alanındaki öncülerinden biri olmuş. Tasavvuf öğretisi ve maneviyat psikolojisinin birleşimiyle yaptığı seansların temelini ise beden-zihin-nefs-ruh bütünlüğü üzerine yeniden yapılandırıyor.
Üner’e göre kişinin kendisiyle barışık olmasının sırrı, tasavvufun temel ilkelerinden olan ‘Nefsini bilen Rabb’ini bilir’ sözünde gizli. Rabb, isminin öğretici anlamından yola çıkan Üner, “Rabb bize sürekli öğretiyor. Bunu, karşılaştığımız bütün kişilerle yaşadığımız olaylarla yapıyor. Bütün karşılaşmalarla var oluş sisteminin, bu kâinatın ya da Allah’ın yarattığı sistemin ne demek olduğunu biliyoruz. Bu, bizim yaratıcımızla bir olmamızı hemhal olmamızı sağlayan bir sistem.” diyor. Bunu anlamadığımız sürece hep bir ‘ayrılık yası’ yaşadığımızı söyleyen Üner, nefsin en alt boyutu olan nefs-i emmare boyutunda yaşadığımız bu ayrılık hissinin kişinin hayatında önemli sorunlara yol açtığını düşünüyor. ‘Ne gibi?’ sorusuna bir örnek vererek cevaplıyor Üner: “Düşünün yeni doğan bir bebek annesiyle bir ve bütündür, ayrı diye bir şey yoktur. Belli bir zaman geçmesi gerekir ki anneden farklı bir varlık olduğunu anlasın. O bebeği en çok ihtiyacı olduğu zaman anneden çekip alsak ne yapar? Büyük bir eksiklik yaşar değil mi? O eksiklik onun bütün hayatına da tesir eder. Aslında biz de dünyaya ilk doğduğumuzda yaratıcımızdan bir ayrılmışlık hissiyle doğuyoruz ve o bizim bütün hayatımızı biz farkında olmasak da etkiliyor. Çünkü Rabb’imizden uzaklaşınca kendimize de yabancılaşıyoruz.” Binlerce seans yaptığında gördüğü şeyin ‘insanların kendine çok yabancı olması’ olduğunu söyleyen Üner, “Kendimizi tanıma konusunda çok uçurum yaratmış olabiliyoruz. Kendimizi tanıdığımızı zannediyoruz ama hiç öyle değil. Kişi kendini masaya yatırdığı zaman ‘a bu ben miyim, öyle mi yapmışım!’ demeye başlıyor her seansta. Yaşadıkça kendini tanımaya, kendine yakınlaşmaya başlar. Kendisiyle bir oldukça da aslında yaratıcıyla bir oluyor.” diye konuşuyor.
Yaratmaya değer bulmasaydı burada olmazdık
Peki bunu bilmek, insanın günlük hayatında karşılaştığı sorunların çözümünde neler sağlıyor? Üner, ‘Dört Ö’ diye bir şeyden bahsediyor. Yani ‘özgüven, özsevgi, özsaygı ve özdeğer’. Sonrasında ekliyor: “Çünkü kişi özünü keşfetmiş oluyor. Ego dediğimiz şeyi biraz aşmış ve egonun ötesindeki beni keşfetmiş oluyor. İşte orada aradığımız güven, sevgi, saygı ve değer var. İnsanların birçoğu kendini çok değersiz olarak nitelendiriyor. Bu değersizlik var içimizde. Oysa ki Allah yaratmaya değer bulmasaydı burada işimiz yoktu. Düşünün bunu her an yaşıyor ve hissediyorsunuz. O zaman ne olur? Kaygılar birdenbire ortadan kaybolmaya başlar. Kendinizi daha güvende hissedersiniz. Sevildiğini her an bilmek. Sizi hiç terk etmeyen, hiç bırakmayan bir varlık var. Biz sevgiyi dışarıda arıyoruz. Bu her zaman mümkün değil. İnsan bazen annesinden babasından bile o sevgiyi alamayabiliyor. Bunlar travma sebepleri ama kişi neden yaratıldığını bilirse o sevgi onda sabit olmaya başlıyor. Bu sefer sevgiyi veren oluyor, verdikçe de alan alıyor.”
Ölümle ilgili yanlış kodlamaları değiştirmeye çalışıyoruz
Üner’in kaygıların büyük kısmının kaynağı olan ölümle ilgili diyecekleri de var. Ona göre ölümle ilgili toplumsal kodlamalarımız yüzünden bizi bekleyen bu gerçekten çok korkuyoruz. Çünkü öleceğimizi bilerek yaşıyoruz. Şu sözler ona ait: “Zannediyoruz ki toprağın altına gömülmek, bitmek, yok olmaktır. Bu, korkunç geliyor. Oysa ki nefs yapısını bilse bu sonsuz bir yolculuk. Mevlânâ ne der: ‘Ben öldüğümde benim arkamdan sakın ağlama benim düğün gecem.’ Bunların hiç farkında olmayanlar var. Onların kodlarını değiştiriyoruz çünkü o kodlar onları hasta ediyor, kaygılandırıyor. Hayatın içinde yaşamını sürdüremez hale getiriyor. O zaman o kodların değişmesi gerekiyor. Hiçbir zaman yok olmayacağını bilse o zaman bu korku da ortadan kalkmaya başlıyor.”
‘Ölmeden önce ölünüz.’ hadisinden bahseden Üner’e göre, bu hadiste anlatılmak istenen bu dünyadan elini eteğini çek ve ilgilenme demek değil. Zaten bu sahip olduğunu sandıklarının hiçbiri sana ait değil, sen sadece kullanma hakkına sahipsin, demek. Bunu bilmemiz halinde kazandığımız ve kaybettiğimiz hiçbir şeyin bizi mutlu ya da üzgün yapmayacağını söyleyen Üner, “Eğer bunların gelişi ve gidişi bende hiçbir etki yaratmıyorsa o zaman ben daimi huzurdayım demektir. Birinin ya da bir şeyin gidişi ile paramparça olmamak ya da bol miktarda gelmesiyle de Allah’ım ben ne mutluyum dememek. Nefsini bilmek, bu dengeyi getiriyor insana.” diyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder