Seçmen, seçtiğinden dinen sorumlu
Mekke'nin fetih günü Kâbe'nin anahtarları henüz Müslüman olmayan Osman b. Talha'dan alınmak istenince ‘İşi ehline verin' ayeti kerimesi iniyor. Birçok politikacının İslâmi söylemleri kullandığı halde zenginlik hesabı yaparak makam mevki peşinde koştuğunu, liyakatsiz kişileri göreve getirdiğini hatırlatan Prof. Dr. İsmail Köksal, “Bu şekildeki kişilere din adına destek vermek caiz olmaz.” diyor.
Peygamber Efendimiz'in (sas) kurduğu devletin ismine ‘İslâm' ifadesini eklemeyişi dinin iktidar üstü olduğunun işareti sayıldı. İnananlar yönetimde dini referans aldığı halde Hakk'ın davasını devletten üstün görmeyi iyi-kötü başardı. Laikliğin bize has sert yorumunun sonuçları herkesçe malum. Cumhuriyetin ilk yıllarından beri sağ ve muhafazakâr politikacıların dinî; söylemleri, biraz da bu sebeple teveccühle karşılanmadı mı? Son dönemde ise dinin kusurları örtmek için kullanılması alışkanlık haline geldi. Öyle ki neredeyse İslâmi söylemi propaganda malzemesi yapmayan partilere oy vermek ‘günah' hatta ‘küfür' gibi gösterilmeye başlandı. Herkesten aynı isimleri desteklenmesi beklenedursun, Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. İsmail Köksal, “Milyonda bir bile olsa İslâm dairesinde kalana ‘kâfir' diyen kendini yakar.” diyor.
Kime sorsanız kendisi gibi düşünmeyenin iktidarında sıkıntı yaşayacağına inanıyor. Kimisi ibadetlerini yerine getirememekten, kimisi ideolojisi yüzünden bedel ödemekten çekiniyor. Sosyolog-yazar Ali Bulaç, İslâm'da yönetimin herkesin inancına ve fikrine uygun yaşamasından sorumlu olduğunu hatırlatıyor. Bulaç'a göre iktidarın kendi dini tasavvurunu topluma dayatması da söz konusu olamaz. Aksini düşünenlerin Peygamber'in ihtilafı rahmet olarak gördüğünü hatırlamasında fayda var. Bulaç, ‘dindar' kişiler siyasete talipse bu iddianın hakkını vermek zorunda olduğunu savunuyor: “Dindar siyasetçilerin olduğu ülkelerde acıtıcı mahiyette gelir adaletsizliği söz konusu. Ahlaken çürümüş toplumların liderleri de dini dilinden düşürmüyor. Dindar kadrolar yönetime geliyor ancak kendilerinden beklenenleri, vaat ettiklerini yerine getirmiyor.” Bulaç, “İslâm'ı öne sürerek başa geçenlerin toplum tarafından üç hassasiyetle sınanması gerekir.” diyor. İktidarı güzellikle sürdürmek, adaletli davranmak, her kesimi içine alan bir maruf yani ortak yarar inşa etmek, “Hem mütedeyyinim hem muktedirim.” diyenlerin yapması gerekenler.
“Yöneten, Allah'ın halifesi olamaz”
Müslümanların iktidarla imtihanı sürüyor. Maziyi hatırlayıp “Ya ibadetlerimiz yasaklanırsa” kaygısı ne yazık ki hâlâ hâkim. Bu korku bazı hataların görmezden gelinmesinin de dini daha çok siyasi söylemlere hapsetmenin de sebebi. Bu karşın gazeteci-yazar Ali Bulaç, dini ayakta tutmanın muktedirlerin değil herkesin gayesi olması gerektiğini ifade ediyor. Yönetenlerin ‘Allah'ın halifesi', ‘Tanrı kral' olması itikatla bağdaşmıyor. Bu durumda ‘Müslümanların partisi' yaftası geçerliliğini de kaybediyor. Toplumun ‘Nasıl olsa idarecimiz Müslüman!' diyerek haksızlıklara ses çıkarmamasını ise şu sözlerle eleştiriyor Bulaç: “Geleneksel İslâm inancına göre Allah'ın iradesi devlette veya başındaki kişide değil ümmette, halkta tecelli eder. Yönetici yetkisini kişilerden almış, seçimle göreve getirilmiştir. Esas görevi hukuku uygulamak ve toplumun genel arzu ve rızasına göre davranmak olmalı.”
Dini perde edenleri desteklemek caiz değil
Prof. Dr. İsmail Köksal'a göre, pek çok kişi siyaset merdivenlerini tırmanırken ve aday olurken birçok dinî; kuralı ihlal ediyor: “Politikacıların bazıları İslâmî; söylemleri kullandığı halde zenginlik hesabı yapıyor, mevki ve şöhreti düşünüyor, kendini destekleyen veya menfaatine uygun olan liyakatsiz kişilerin göreve gelmesini sağlıyor. Dinî; söylemleri kullanarak oy ve destek talep etmeyi sürdürüyor. Yani kendi menfaatlerini İslâm perdesiyle gizlemeye çalışıyor. Bu şekildeki kişilere din adına destek vermek caiz olmaz.” Buna rağmen menfaat söz konusu olduğu için tekfire bile başvurulması söz konusu olabiliyor. Köksal'ın bu konudaki değerlendirmesi ise şöyle: “Milyonda bir bile olsa İslâm dairesinde kalana ‘kâfir' demek bizzat isnadı yapanı yakar. Bu kişilikler İslâm'a basarak yükselmeye çalışır. Hâlbuki gerçek iman sahipleri, aynen peygamberler gibi beklentisiz olur, davalarını sırtlarında taşır ve o yük altında yorgun, bitkin ve fakir düşerler. Bu sebeple ilk insan ve ilk peygamberden bugüne İslâm'ı anlatan temel damar her zaman yönetimden uzak olmuştur.”
Zübeyir Gündüzalp: Şeyhülislam seçmiyoruz
Yönetime talip olanlarla ilgili dinî; ölçüyü değerlendirenlerden biri de Bediüzzaman Hazretleri'nin sadık talebelerinden Zübeyir Gündüzalp. Kendisi dinî; istismarı önlemek adına şu veciz ifadeleri kullanır: “Biz ahrar, yani hürriyetçiyiz. Şeyhülislam seçmiyoruz ki takvasına bakalım. Siyasetçi seçiyoruz. Fikrimize dost olsa yeter. İsim ve şahıslar değişebilir. Ama ölçüler değişmez. Biz ölçülerimize uyanları destekleriz. Sahneden düşenleri sahneye çıkarmak bizim işimiz değil. Ölçülerimize uyan, bu ölçülerle millet ekseriyetinin desteğini kazanan kim olursa olsun, biz onu reylerimizle destekleriz. Mesleğimizde milletin ekseriyetinin hüsnü teveccühünü kaybetmiş, mazi olanlarla istikbale yürünmez, onlarla kaybedecek zamanımız yoktur.”
DİNDAR DEĞİL EHİL OLMAK ÖNEMLİ
Dinimiz görevlendirme konusunda sadece liyakati esas alıyor. Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. İsmail Köksal, iktidarın her zaman işin ehline verilmesi gerektiğini söylüyor. Hatta Mekke'nin fethi günü Kâbe'nin anahtarları henüz Müslüman olmayan Osman b. Talha'dan alınmak istenince, “İşi ehline verin” ayet-i kerimesi iner. Bu olay o zatın gerçeği görmesini ve Müslüman olmasını sağlar. Köksal'a göre bu örnek, tüm yönetim alanları için de geçerli. Mü'minler kendisi gibi düşünmeyenleri de bileğinin hakkını vereceğine inanıyorsa yetkilendirebilir: “Bırakın kendi ideolojimizden olmayı, gayrimüslim de olsa sadece ehil kişiler öne çıkarılmalıdır. İşin diğer boyutu ise ehil kişiler göreve getirilmeyince, aldığı görevi tam yapamayanlar memur veya sorumlu oluyor. Bu durumda hem görev verenler hem de görev alanlar, bir yandan Allah (cc)'ın emrine muhalefet etme günahı işlerken, diğer yandan da kul haklarını ihlal etmiş olur. Çünkü bir işi daha iyi yapacaklar varken onların önünü kesmiş olurlar. Mesela daha ehil kişilerin polis, kaymakam, vali, bakan, milletvekili, belediye başkanı, muhtar, müdür, memur vs… olmaması, daha liyakatsiz kişilerin bu göreve gelmesini sağlar.” Köksal, bu durumda hem göreve gelenlerin hem de getirenlerin dinen sorumlu olduğunu da hatırlatıyor: “Örneğin 1 milyon kişilik bir şehrin belediye başkanı o beldeye daha az liyakatli olarak seçilmişse, o belde ahalisini daha iyi bir yönetimden mahrum ettiği için hepsiyle tek tek helalleşmedikçe ahirette yakasını kurtaramaz.”
s.sancar@zaman.com.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder